Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2016

Resim
Geçen seneki kalbi kırık yazımın sonunda; "2016'da aşka dair hiç kafa yormak istemiyorum. Gerçekten iyi olduğum bir uğraşım olsun istiyorum, iyi bir iş bulmak, sıfırdan güzel bir ev kurmak, daha çok okumak, düzenli spor yapmak, dansa devam etmek, arkadaşlarımla kaliteli vakit geçirmek, bolca seyahat etmek, güzel yemekler yapabilmek, zayıflamak ve zayıf kalmayı başarabilmek, kişisel bakımıma daha çok para ve zaman harcayabilmek istiyorum." demişim. Aşka dair pek kafa yormadım hakikaten, bu yıl aşkı yaşadım çünkü. Neşeli, varlığı pamuk gibi hafif ve ilk defa tüm arkadaşlarımın onayını kazanan bir adam ile tanıştım. Koca bir sene hiç ofise gidip çalışmadım. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar özgür olmamıştım doğrusu. Sanırım konfora, huzura, kafa dinginliğine doydum, bünyem artık ızdırap çekmek istiyor.  2016 benim için çoğunlukla iş kovalamakla geçti, istediğim hayatı yaşayabilmek için bir sürü fikir geliştirdim, birçok şeye saldırdım, meyvelerini 2017'de al

Yine ve yeniden; Aforizmalar

*Giyim, kuşam ile alternatif olunmaz. Sen de dış görünüşünü, giyimini, başkalarını önemsiyorsan, sen de herkes gibisin alternatif kardeş. Alternatif olmak kafa ile ilgilidir, giyim tarzına yansıyacağını düşünmüyorum. *Arada havalı şeyler yapmaya da ihtiyacı var insanın. Hani dönemsel olarak varoluşsal krizlere girdiğimizi sanıyoruz, "anlamlı bir şeyler yapmaya ihtiyacım var" diye bohem bohem takılıyoruz ya; anlamlı değil havalı şeyler yapmaya duyulan ihtiyaç asıl o. Biraz kıskandıran, insanların ilgisini çeken şeyler... Tabii herkesin havalı bulduğu şey farklı, senin rutinin başkasına havalı gelebilir. Önemli olan sen ve senin önemsediğin insanlara havalı gelen şeyler yapmak. Beğenilen bir yazı yazmak, şık bir davete gitmek, bir yarışmada birincilik kazanmak, süper lüks bir yat turuna çıkmak... Yapmalı böyle şeyler insan. *Bir de güne kendisi için güzel bir şeyler yaparak başlamalı. Sabah gözünü açıyorsun, işe gidiyorsun. Kendin için bir şey yapmadan başkası için çalış

Türk kızı olmak nedir?

Resim
İlişkilerin özgürce yaşanamadığı dönemlerde, genellikle görücü usulüyle evlendirilmiş ve gerisini sorgulamamış büyüklerimizin bize öğrettiği, ilişkilerde hayal kırıklığı yaşayarak sorguladığımız ve kurtulmaya çalıştığımız bir kimlik bu. Kadın-erkek ilişkilerinde açık fikirli diyebileceğimiz bir ailede büyümediyse, Türkiye'de yaşayan her kadının içinde bir Türk kızı vardır aslında. Bilinç düzeyinde bazı şeylerin ne kadar saçma olduğunu idrak etsek de, küçüklükten beri empoze edilen suçluluk duygusu bilinç altında etkisini sürdürmeye devam ediyor. Dolayısıyla benim düşüncem; Türk kızı kimliğinden kurtulmanın tam anlamıyla mümkün olmadığı. Neticede bu kültürün bir parçasıyız ve her gün etkileşim içinde olmaya devam ediyoruz... Burada kilit olan kelime; suçluluk duygusu. Kadın erkek ilişkilerinin her aşamasında bu suçluluk duygusunun yarattığı kafa karışıklığını görmek mümkün. Mesela flört etmek... Flört etmenin bayağı, ucuz bir şey olduğuna koşullandırılıyor Türk kızı. Önc

Mağdur olmanın dayanılmaz hafifliği.

Resim
Kulağımda kulaklık, sevdiğim şarkıları dinliyorum, bir yandan güneşin sıcaklığı yüzüme vuruyor. Mutlu olmak için şartlar müsait ama o an mutlu değilim. Ciddi bir gelecek kaygısı yaşıyorum çünkü. Olmasını istediğim şeyler için henüz zaman var, başarıp, başaramayacağım da meçhul. Serbest olarak çalışmayı yan gelip yatmak olarak görenlerin asla anlamayacağı bir halet-i ruhiye bu. Her gün ofis içinde ruhunu öldürsen de, düzenli bir maaş alacak olmanın avantajları olduğu gibi, özgür olmanın sorumluluğunu almanın, her an belirsizlikle yaşamanın psikolojik bir ağırlığı da var elbette. Biri diğerinden daha kolay ya da zor değil, hepsi birer tercih ama hadi itiraf edelim, ofise gitmek, az para kazanmak, iş yerindeki haksızlıklara maruz kalmak toplum gözünde daha geçerli bir mağduriyet. Toplumda kabul görmenin anahtarı; toplumun empati kurabileceği bir mağduriyetinizin olması aslında. O zaman tüm kapılar açılıyor sizin için, sizi kabul ediyorlar aralarına. Devamlı mağduriyetlerinizden k

Bir 28 yaş hikayesi

Resim
Beni tanıyan birçok kişinin bildiği üzere İstanbul'da özel sektörde çalışmanın anlamsızlığı ve devamlı kira ve fatura öderken istediğim hayatı nasıl yaşayacağıma dair sağlıklı düşünememe buhranı ile evimi kapatıp, eşyalarımı satıp 27. yaşımın sonlarına doğru İzmir'e annemin yanına taşınma kararı almıştım. Patronumla aram iyi olduğu için hiç de sıcak bakmadığı evden çalışma fikrine kendisini ikna ettim, öyle döndüm ana ocağına. Erasmus'tan döndükten sonra aldım bu kararı. Bu kararı almam ile işten ayrılmama tekabül eden 6 ay içinde bana verilen fuar için herkesin beklentisi üzerinde bir satış yaptım. Motivasyonum belliydi; İzmir'de beni bir süre idare edecek parayı biriktirebilmek. O para beni neredeyse 1 senedir idare ediyor. 28. yaşımın başlarında yüksek lisans tezimi yazıp mezun oldum. Alternatif neler yapabilirim diye kariyer.net'i her açtığımda içime fenalıklar geldi. Özel sektöre dönmek hiç cazip değildi. Akademi ise daha önce hiç gündemimde olmamıştı

Osho: İnsan Kendinin Aynasıdır

Birkaç kişinin tavsiye etmesi üzerine Osho'nun iki kitabını aldım. "İnsan Kendinin Aynasıdır" aforizmalarla dolu incecik bir kitap. Hayata dair kafa yormalarım sonucu oluşturduğum dünya görüşüme benzer şeyler okudum, yeni bir şeyler bulamadığım için çok heyecanlandırmadı beni. Yine de benzer fikirleri derli toplu cümleler içinde görünce  paylaşmak istedim. Hem ben söylesem dinlemezsiniz zaten, illa Hintli bir guru yazmalı. Tabii ya, Tansu kim ki zaten... "Siz özgürlüğünüzden feragat ettiğiniz müddetçe toplum da size her şeyi verir. Size saygınlık verir, hiyerarşinin içinde, bürokraside önemli mevkilere gelmenizi sağlar. Fakat bunları vermesi için tek bir şeyi elden bırakmanız gerekir, o da özgürlüğünüz, bireyselliğinizdir. Kalabalığın içindeki bir sayı haline gelmeniz gerekir. Kalabalık kendinin parçası olmayan kişiden nefret eder. Kalabalık içinde bir yabancı olduğunu fark edince gerginlik yaşar, çünkü yabancı bir soru işareti haline gelir." "Bir insa

Aforizmalar

Resim
İnsanın aynı işi uzun yıllar boyunca yapmasındaki motivasyonu anlamıyorum. İşin karmaşıklığına bağlı olarak bir süre sonra illaki gelişim duruyor, öğrenme bitiyor ve sadece otomatiğe bağlıyor insan. Robot gibi. İnsanın doğasına aykırı gibi geliyor bu bana. Yeni bir şeyler öğrenmeden, gelişim göstermeden, heyecanlanmadan nasıl geçer hayat? İnsan nasıl yaşadığını hisseder? İş hayatına karşı değilim aslında; benim karşı olduğum makul olmayan şartlar. Öncelikle maaşların oldukça düşük olduğu bir ülkede iyi bir pozisyona gelmeniz için nitelikleriniz ya da işinizi nasıl yaptığınız asla yeterli değil, giyim kuşamınız asıl belirleyici olan. İlk işe başladığım zamanı hatırlıyorum mesela, bir yıl içinde iki kere maaş artışı istemiştim. Şık fransız bir patronum vardı, herkesin ofiste şık giyinmesini isterdi ama fazla para vermezdi. Kiramı zor öderken önceliğim elbetteki kıyafet almak değildi. Bu bence dünyanın en insanı gerekçesi ama nedense kimsede empati uyandırmıyor. Herkes bir şekil

Günübirlik Hayatlar

Resim
Hafif bir huzursuzluk var bu ara bende. Bir süredir gezmek istiyorum ve gezemediğim için yine "bir şeyleri kaçırıyorum" gerginliği yaşıyorum. İstediğim şeyleri uzun bir süre yapamayınca hep böyle oluyor. Bu ruh halinin ölüm korkusuyla ilişkili olduğu kanısındayım. Ölümden herkes gibi ben de korkuyorum ama esas korktuğum; hayatımı çoğunlukla bir şeylerin gerçekleşmesini bekleyerek ve yapmak istemediğim şeylerle geçireceğim korkusu. Bu korkuyla baş etmek için öncelikle yöntemim; elbette ölüm gerçeğini yapabildiğim kadar yok saymak ve üzerine düşünmemek. Vaktimi dolu dolu geçirdiğim, olmak istediğim yerde olduğum zamanlarda çok bariz bir şekilde korkumun azaldığını farkettim, dolayısıyla hayatımı mümkün olduğunca istediğim şekilde geçirmek için çabalıyorum; istediğim ve istemediğim şeyleri söylüyorum, net olmaya çalışıyorum, özgür olmaya, gezmeye ve keşfetmeye daha fazla vakit ayırmak ve varoluşumu tatmin edebilecek işlerle uğraşmak istiyorum... Sonuncus

Az hasarlı çocuk yetiştirmek

Resim
Çocuğum olmasa da çocuk yetiştirme üzerine yazmaya karar verdim. Çünkü bazı şeylere birçok kişiden daha fazla kafa yoruyorum, ahkem kesmek hakkım, çekil şurdan. Dolmuşta bir anne; küçücük çocuğunu sırf istediği için ön koltuğa oturtmuş. Dolmuş aniden fren yapınca çocuk cama yapışacaktı neredeyse. Dedim ki "çocuğu oradan alır mısınız, lütfen?", annesi "hadi oğlum gel" dedi, oğlan "anne sıkı sıkı tutuncam, n'olur " diye ısrar edince "bak görüyor musunuz hiç sözümü dinlemiyor" diye kabullendi bu durumu, dolmuşta diğer teyzelerden de empati ve kabul gördü. Ben ise içimden "ablacım sen de hiç mücadele etmedin yahu" diye geçirdim. Tuzu kuru olana konuşmak kolay tabii ama bu haksız olduğum anlamına gelmez. Bu kadınların tüm sabır, özveri ve enerjisini kocalarına verip çocuklarıyla daha fazla uğraşmaya bu kadar üşenmelerine gerçekten kızıyorum. Asıl sorun bu durumu gerçekten içselleştirmeleri, neyin önemli, neyin önemsiz oldu

Hayat, işe gitmezsen 9 saatini dolduramayacağını düşünmek için fazla güzel, fazla bonkör.

Resim
Sadeliği severim ben. Ortada ciddi bir emek söz konusu olduğu için, her daim şıkır şıkır gezen hemcinslerime saygı duyarım hatta kendine yakıştırıyorsa keyifle de takip ederim ama ne abartılı makyajı ne de kıyafeti kendime yakıştırırım. İhtiyacımdan fazlasını almam, dolabımda fazlalık yapmasından hoşlanmam. Yaşadığım yerin derli toplu olması benim huzurum açısından önemlidir.  Uğraşacak ve düşünecek daha az şey olması beni psikolojik olarak rahatlatıyor sanırım. Bakıma çok zaman ve para ayırıp yaşadığı yeri temiz tutmayan kadınları da biraz yererim içimden. O konuda tam bir geleneksel teyzeyim. Benim için bakım; temiz olmak, güzel kokmak, kıyafetlerin, saçın başının düzgün olmasıdır. Yapılacak o kadar şey varken bakım meselesine bu kadar kafayı takmanın, bu kadar para harcamanın gereksiz olduğunu düşünürüm. Boş zamanlarımı daha çok insanlarla yapılabilecek aktivitelere ayırmayı tercih ederim. Daha doğrusu ederdim. 9. ayımı doldurduğum İzmir'de benim için yeni ve h

Merhaba Bahar!

Resim
Ne iş yaptığı, nasıl biri olduğu hatta neleri başardığından bağımsız olarak her insanın sevilmeyi ve mutlu olmayı hak ettiğine inanıyorum ben. Hak etmek her zaman elde etmeyi garantilemiyor tabii, bu sebeple emek de harcamak gerekiyor sevilmek ve mutlu olmak için. Bebekliğimizden beri hayatta her yaptığımız şeye geri bildirim alıyoruz. Yaptıklarımız onay görürse doğru olduğunu hissediyoruz, tepki görürse de yanlış olduğunu. Bir süre sonra farkındalığımız artıyor ve tüm motivasyonumuz sevilmek, onay görmekten ibaret olmuyor. Mutluluğumuz da işin içine giriyor. İşte en zor mücadele; sevilmek, onay almak ve mutlu olmak arasında denge kurabilmekte. Bu da ancak kişisel olarak gelişebilmekle mümkün. Günümüzde kişisel gelişim; para kazandıracak nitelikler geliştirmek olarak satılsa da daha çok, hayatımızı nasıl yaşamak istediğimiz üzerine farkındalık geliştirmek ve bunu eyleme dökmek olarak tanımlıyorum ben. Bu girizgahtan sonra yine kendime bağlayacağım konuyu tabii ok

Bir Ocak hikayesi.

Ocak ayının başında Atina'daydım, iki hafta sonra da Berlin'e gittim. İkisi de çok güzel seyahatlerdi. Yine de yetmedi okurcum. Can sıkıntımı geçirmeye yetmedi. Ocak ayında İzmir'de kaldığım günlerde sosyal ortamlara pek dahil olmayıp, genelde sahilde yürüyüş yapıp kitap okuyarak geçirdim zamanımı. Normal zamanlarda keyif aldığım gündelik konuşmalar, heyecan aradığım dönemlerde gerçekten zor geliyor bana. Yeni ve heyecanlı olmayan seçeneklere kendimi kapatıyorum. Yalnızlaşıyorum. Yüksek Lisans tezimi teslim ettikten sonra boşlukta hissetmeye başladım. Bir de Aralık ayının sonunda satış yapmaya çalıştığım ülkede devalüasyon olup ticari ilişkiler azalınca benim için de işler durağanlaştı. Bu durum beni hem maddi anlamda zorladı hem de yeni bir gündemimin olmaması bende hafif bir can sıkıntısı yarattı. Hafif derken biraz iyimserim. Hayat, emek ile keyfin toplamı olmalı bence. Çok paranız olsun, hayatı olabilecek en keyifli haliyle yaşayın yine de gerçekten anlam y

Ah Berlin!

Resim
2014 yılında Almanya'nın Frankfurt (Oder) şehrinde bir dönem öğrenci değişim programıyla okumuştum. Öğrenci kartımız ile Berlin'e ücretsiz gidebiliyorduk. Defalarca gittim ve çok sevdim Berlin'i. Yüksek lisans mezuniyet hediyesi olarak ne istersin diye sordu annem, ben de 1 senelik Schengen vizem bitmeden dibini sıyırırım umuduyla Berlin bileti istedim. İstanbul'daki erasmusu boyunca benim ev arkadaşım olmuş pek sevdiğim Danimarkalı arkadaşım Berlin'e taşınmıştı. Hem Berlin'i hem onu yeniden görmüş olacaktım. Kendi erasmusumda tanıştığım ve sonrasında çok yakın arkadaş olduğum Zeynep ile uzun zamandır "keşke beraber Berlin'e gitsek" diye konuşur ama ikimiz de uzun uzun planlamaktan sıkılan tipler olduğumuz için bir türlü nihayete erdiremezdik bu isteğimizi. Ben bileti aldıktan sonra"ben de senle geliyorum" dedi ve aldı biletini. Çok sorunsuz ve spontane bir şekilde buluşmuş olduk böylece. Böyle ızdıraba dönüşmeden, kararsız kalmadan denk

Toplum baskısı.

Resim
Toplumun sana birey olarak değil, cinsel kimliğine göre görevler yüklemesi ve tüm hayatın boyunca toplumun onayladığı hayatı yaşaman için kurduğu o görülmez ama varlığı şiddetle hissedilen baskı. İçinde yaşadığın kültürde evliliğin çoğu kez hayatı paylaşmak değil de, yetişkin başka bir insanı sırtında taşımak anlamına geldiğini bilsen de o  imzayı seve seve atmandır toplum baskısı. Dünyanın en kral üniversitesini bitirsen, entelektüel anlamda kendini müthiş yetiştirsen de niteliğinin çok altında işleri kabul etmediğin için işsiz kaldığında herkesin sana yetersiz hissettirmesidir toplum baskısı. Sevişmenin kadın ve erkeğin ortak çabasıyla güzelleşeceğini teoride bilip, kötü seksin bir erkek üzerindeki etkisinin daha ağır olmasıdır. Bence ilişkileri bu kadar karmaşık hale getiren de toplum baskısı. Kadın ile erkeği çok farklı kodlamışlar, aynı noktada buluşup mutlu olmaları çok zor. Bir erkek, erkekliğine onayı ilgilendiği kadının ilgisini çekmeyi başarıp, onu se

Atina

Resim
Geçen sene Makedonya'da çok eğlendiğimiz için bu seneki yılbaşı için Atina planı yaptık annemle. Gidişte 50 dk, dönüşte 35 dk sürdü İzmir'den. Yakınlığı, İstanbul'dan iptal olan birçok seferin olmasına rağmen bizim herhangi bir rötar yaşamamız, havanın çok soğuk olmaması Atina tercihimiz adına sevindiriciydi. Bir turistin Atina'da gezebileceği bölgeler; Plaka, Ermou Caddesi, Acropolis, Agia İrini, Anafiotika ,  Psiri,  Monastraki, Syntagma Meydanı, Gazi, Kolonaki. Kolonaki hariç hepsi birbirine yakın yerler, Kolonaki de bu yerlere taksi ile 5 dakikalık mesafede. Bir şehre ilk kez gittiğimde önce otel resepsiyonundan bir harita alıp görülmesi gereken yerleri işaretlemesini isterim. İlk gün keşif amaçlı kaybolurum sokaklarda, neyin nerede olduğuna aşina olunca internetteki yorumları okurum böylece her şey daha kolay olur. Size de tavsiye ederim. Plaka- Şehrin merkezi. Çevresinde konaklarsanız her yere yürüyerek gidebilir ve ulaşım için metro ya da taksiye