Mağdur olmanın dayanılmaz hafifliği.

Kulağımda kulaklık, sevdiğim şarkıları dinliyorum, bir yandan güneşin sıcaklığı yüzüme vuruyor. Mutlu olmak için şartlar müsait ama o an mutlu değilim.

Ciddi bir gelecek kaygısı yaşıyorum çünkü. Olmasını istediğim şeyler için henüz zaman var, başarıp, başaramayacağım da meçhul.

Serbest olarak çalışmayı yan gelip yatmak olarak görenlerin asla anlamayacağı bir halet-i ruhiye bu. Her gün ofis içinde ruhunu öldürsen de, düzenli bir maaş alacak olmanın avantajları olduğu gibi, özgür olmanın sorumluluğunu almanın, her an belirsizlikle yaşamanın psikolojik bir ağırlığı da var elbette. Biri diğerinden daha kolay ya da zor değil, hepsi birer tercih ama hadi itiraf edelim, ofise gitmek, az para kazanmak, iş yerindeki haksızlıklara maruz kalmak toplum gözünde daha geçerli bir mağduriyet.

Toplumda kabul görmenin anahtarı; toplumun empati kurabileceği bir mağduriyetinizin olması aslında. O zaman tüm kapılar açılıyor sizin için, sizi kabul ediyorlar aralarına.

Devamlı mağduriyetlerinizden konuşmaya başlıyorsunuz sonra, anlaşıldığınızı, sırtınızın sıvazlandığını hissediyorsunuz. Ne kadar mağdur olursanız o kadar ilgi odağı olup, seviliyorsunuz. Otorite kurmak adına çocuğundan sevgisini esirgeyen bir aile kültürüne sahip olduğumuzu düşünürsek, hiç tanımadığımız, pek de umrumuzda olmayan insanların bizi onaylamasına, sırtımızı sıvazlamasına duyduğumuz ihtiyaç o kadar da şaşırtıcı değil. Sırf bu ihtiyacı gidermek için bile mağdur olmayı seçebilir insan.



Sürekli mağduriyetlerden konuşan bir toplum olmamızın altında gerçekten zor hayatlara sahip oluşumuz mu, yoksa bunun bir kültür oluşu mu yatar merak etmişimdir. Üzerine düşündüm nitekim, bence ikisi de...

Hayatlar bizim ülkemizde gerçekten zor ama kabul edelim, kendimizi mağduriyetten başka türlü de var edemiyoruz.

Bazen bir anne bile çocuğunun mutluluğuna sevinemiyor, mutluluklar gizli yaşanmak zorunda gibi hissediliyor. Sorunu olsa da bunu yaygara koparmadan, kimseye yük olmadan halletmeye çalışan insanların yaşadıkları küçümseniyor. Kendini odalara kapatmadan, her dakika suratı asık gezmeden, üzgün diye hırsını herkesten çıkarabileceğine dair sonsuz özgüveni ile hayatı çevresine zorlaştıran bir ilgi manyağı olmadan kimse gerçekten mağdur olduğunuza inanmıyor. Kimse ihtiyacınız olan anlayış ve hoşgörüyü göstermiyor. "Sorunlarıyla baş edecek gücü varsa bunun bir şeyi yoktur ya" deniliyor.

Bilimsel bir araştırma yapılmış vaktiyle, şans ile alakalı... Şanslı olduğuna inanan insanların, fırsatları görmede ve üstüne gitmede şansız olduğuna inanan insanlardan çok daha aktif ve girişken olduğu ortaya çıkmış.

İnsan bazen sırtının sıvazlanmasını istiyor kabul ama sırf bu onay ve sevgi muhtaçlığı yüzünden sürekli mağduriyetlerden konuşmak bir süre sonra "mağdur" sıfatını içselleştirmeye neden oluyor.

Biliyorum daha önce kimse söylemedi ama gerçek şu ki; mağdur olmamak için mücadele etmek de mümkün.