Özgürlük

Özenilmiş, konusu başarıyla işlenmiş dönem filmlerine, dizilerine hayranlığım büyük. İzlediğimde bir süre etkisinden çıkamıyorum. Konusu geçen dönemler hep batı kültürüne ait ama. Doğu kültüründe de çekmeye değer bir sürü kişi ve konu vardır elbet ama kötü taraflarını görmeyi kaldırabilecek olgunlukta olmayan insanlara bu işleri sunmak pek motive edici olmasa gerek. Sevdiği, kıymet verdiği bir kişiye, bir konuya, bir döneme laf söyletmemek, kötü yönlerini yok saymak, eleştirene aşırı tepkiler vermek çok çocuksu bir davranış. Zaten hayatın her alanını ele geçirmiş bu irrasyoneliğin temel sebebi de bu bence; çocukken yetişkin olmaya zorlandığı için asla büyüyememiş yetişkinlerle dolu bir ülkede yaşamak. Sağlıklı yetişkinler olmadığı zaman ne yönetim, ne seçimler, ne aile, ne eğitim hiçbir şey de sağlıklı olmuyor haliyle.

Üstelik bu çocuk kalmış bir sürü yetişkin insan, bencilce, kendi duygusal boşluklarını çocuklarının tamamlamasını bekliyor. Yeri geliyor çocuğunun mutluluğunu, başka biriyle olan iyi diyaloğunu kıskanacak kadar çocuklaşabiliyor. Ama bakarsanız hepsi sosyal medyada mükemmel birer ebeveyn. Sonra o çocuklar büyüyüp, kendi çocuklarına aynısı yapıyor derken... Böyle gelmiş böyle gidiyor. Toplum baskısına o kadar odaklanılıyor ki, kimse çocuk sahibi olmak için maddi ve duygusal bir yeterliliğe erişmeyi beklemiyor. Hayatını farkındalıkla yaşamaya gayret eden bendeniz bile yakın zamanda irrasyonel kararlar almayı düşündüm, hayatıma düzenli periyotlarla girip beni huzursuz eden "bir şeylere geç kalıyorum" hissi yüzünden. Böyle dönemlerde kendime daha sık hatırlatmam gerekiyor; "öyle olmak zorunda değil." Hayatım önceden başkaları tarafından yazılmış bir senaryo değil çünkü.

Bunun yaşla da pek alakası yok aslında. Gündemler farklı olsa da 20'li yaşlarımın başında da böyle hissettiğim oluyordu. Hani yapman gereken bir şeyi yapamadığında yaşadığın huzursuzluğa benzer bu. Yapınca, üzerini çizince bir süre rahatlarsın, sonra toplum önüne kovalaman gereken başka bir hedef koyar. O yetersizlik ve geç kalmışlık hissi hiç bitmez.

Toplum baskısı belli bir yaşta evlenmek, çocuk sahibi olmak kadar ezbere değil artık, Instagrama yeteri kadar havalı olmayan bir fotoğraf koyup az beğeni almak kadar basit meselelerle ilgilenir oldu. Uyum sağlamazsanız, eziklenirsiniz.

Son zamanlarda en takık olduğum meseleyi en iyi özetleyen cümle şu muhteşem yazıda geçiyor; "Kendimizi yeterince sevmemek günahlar listesinde zirveye çoktan yerleşti. Artık normalliğin tanımı, bu yeni günahların ve sevapların etrafında şekilleniyor. Kendimizi anti-demokratik yargılamalara teslim ettiğimizden beri, başkalarının yaptıkları da bizi fazlasıyla ilgilendirir olmaya başladı. Başkalarının başarısızlıklarını listelemenin işe yaradığı tek alan, her zaman verimli bir prekaryanın peşinde olan kapitalizm."

Sahile yürüyüşe çıktığımda her gün gördüğüm manzarayı sanki ilk kez görüyormuş gibi heyecanlanıyorum. Deniz, güneş, ağaçlar ve bana özgürlük sağlayan sağlıklı bir beden. Mutlu olmak ve kendimi iyi hissetmek için ekstra bir şeye ihtiyacım yok gibi geliyor o an. Instagrama bakınca bu his hemen geçiyor tabi. Genel olarak sahip olduğum her şey eksik geliyor gözüme. Her ne kadar bilinç düzeyinde Instragramın sahte bir platform olduğunu bilsem de yeteri kadar maruz kalırsanız bu sahteliğin size kendinizi kötü hissettirmemesi imkansız.

Instagramı kapatsanız bile kendinizi koruyamazsınız. Herhangi bir topluluğun değerlerini sorgulamadan benimseyip, hayatını o değerlere feda etmeye hazır insanlar yüzünden mutluluk veren her şey bir süre sonra ruhsuz ve kopya bir düzene dönüşüyor.

Mutlu ve özgür bir hayatın tek düşmanı, tek tipçilik.

Bunun da en ateşli savunucuları; ya bu işten para kazananlar ya da konfor alanından çıkıp "düşünmek" zorunda kalmak istemeyen kolaycılar. Kendi hayatlarını inşa etme çabasına girmek, denemek, yanılmak, ne istediklerini, nasıl mutlu olduklarını bulma sürecinde hayal kırıklığı yaşamak istemiyorlar. Birileri onlar adına karar veriyor ve tüm bu sorunlar gündemlerinden siliniyorken, bu zahmete girmeye ne gerek var?

Halbuki tek tipçiliğin bundan para ve statü elde edenler dışında kimseye faydası yok. Kolaycılar da bunun bedelini hiç bitmeyen mutsuzluk ve huzursuzluk hissiyle ödüyorlar.

Farklılığın olduğu yerde özgürlük vardır çünkü. O zaman seçimlerimizi herhangi bir baskıdan kurtulmak için değil, öyle daha mutlu hissettiğimiz için yapabiliriz.