İlişki Bitiren Pasta ve Yeni Yaşım

Geçen sene bu yaşıma Mavişehir'de yeni açılan şık bir mekanda girmiştim. Oradaki evimize yürüme mesafesindeydi ve o gün erkek arkadaşımın canlı müzik programı vardı. Küçük bir grup olarak bizim evin balkonunda içip, canlı müzik için oraya geçecektik. 

Mekan sabahtan pastayı kabul etmediği ve işlerinden dolayı eve uğrayamayacağı için akşam gelirken kendi doğum günü pastamı mekana getirmemi rica etti erkek arkadaşım. Hem iş yoğunluğu, hem doğum günü tebriklerinden dolayı itiraz edecek halim yoktu, tamam dedim ama kendi pastamı mekana getirmek hiç istemiyordum doğrusu..

Pastayı unuttum nitekim, mekandayken hatırladım, arkadaşlarım gidip almayı teklif ettiler, istemedim.

Mekan yeni açılmıştı ve bizimle beraber toplam 4 masa vardı. Orkestra önce benim için doğum günü şarkısı söyledi, sonra gördük ki 4 masanın 4'ü de doğum günü masasıymış. Kalabalık, neşeli ve benim dışımda hepsinin pastası var.

Orkestradakiler "oğlum ne şanssız adamsın" diye dalga geçiyorlar onunla.

Zaten bir süredir ilişkiye dair memnuniyetsizliklerime mükemmel bir metafor oluyor bu pasta. Gündüz iş yerine çiçek yollamıştı, arkadaşlarım gelecek diye balkonu temizlemişti, pastamı almış, gün içerisinde bana güzel mesajlar atmıştı. Ortada iyi niyetli bir çaba vardı ama beni mutlu etmeye yetmiyordu artık. Devamlı olarak buruk, mahcup ve suçlu hissetmekten yorgundum. Diğer masalara bakıyordum, çabasız ve kolay bir şekilde neşelilerdi, pastaları da vardı üstelik.

Doğum günüm dönüm noktası oldu.

Pandora'nın kutusu açıldı ve tüm memnuniyetsizliklerimizi konuşmaya başladık ama hiç de yapıcı olmadı bu konuşmalar. İki taraf da birbirine yana yakıla bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama frekanslar inanılmaz farklılaşmış, duvarlar kalınlaşmış. Bir günde böyle olmadık ama ne ara bu kadar yabancılaştık inanın bilmiyorum. Olabiliyormuş demek. Tek istediğim anlaşılmak ama onun söylediği hiçbir şey de bana değmiyor doğrusu. Baktık işin içinden çıkamıyoruz, çift terapisine gidiyoruz ama 4. seansa bile devam edecek sabrımız yok.

Aylar önce 29 Ekim tatili için bir İstanbul seyahati planlamıştım, seyahat öncesinde ayrılma kararı alıyoruz. Normalde İstanbul'da olmayacak yakın arkadaşlarım da o tarihlerde tesadüfen orada. "Evren kolluyor galiba beni" diyorum. Bol bol dertleşiyoruz İstanbul'da. Döndüğümde o eşyalarını toplamış olacak ve ben evde yalnız kalacağım. 

Kontratın bitmesine 2 ay var, 2 ay yalnız yaşayıp düşünmeye karar veriyorum. Evi açık tutacak mıyım, beraber aldığımız arabayı, eşyalarımızı satacak mıyım? 34 yaşımda anne evine mi döneceğim cidden? Hem pandemi hem ekonomik krizin ortasında, iyi hissetmek iyice zorlaşmışken, yapılacak iş mi bu? 5.5 sene emek verdiğim ilişkim bitiyor mu gerçekten? Bana evlilik teklif eden, hala sevdiğim ve en iyi arkadaşım olan adamı bırakıyor muyum? Bir daha hiç görüşmeyecek miyiz? Ya bir daha beni bu kadar seven birini bulamazsam? Yalnız ölür müyüm? Toplu taşımayla mı işe gideceğim şimdi?

Sanki ucunda tonlarca ağırlık olan bir sürü halat var elimde, hepsini tutabilmek için insan üstü bir çaba sarf ediyorum ama taşıyamıyorum artık.

Önce arabadan vazgeçiyorum, arabayı satıyor, 1 hafta sonra yenisini almaya karar veriyorum, ilanlara bakıyor, Aliağa'ya gidip benim için yeni bir araba beğeniyor ve ben onu alıyorum, 2 gün boyunca bakımlarını yaptırıyor. O evde hayatıma devam edemeyeceğimi düşünüp evi kapatmaya karar veriyorum, eşyaları da hallediyor, abonelikleri kapatıyor. Normalde ben yerleştirsem sığdıramayacağım tüm eşyalarımı yeni arabama yerleştiriyor. Ben sadece eşyalarımı alıp, yıkık bir şekilde annemin evine dönüyorum. 

Bana yaşattığı konfordan, güvenlik hissinden, sevgisinden vazgeçiyorum. Ev, araba gidince, hayat standartlarımı kaybedince asıl önemli olanın onu kaybetmek olduğunu daha iyi anlıyorum. Hayatımda aldığım açık ara en zor karar. Yaşadığım üzüntünün tarifi yok. Onu tamamiyle hayatımdan çıkarma düşüncesi kalbimi çok kırıyor, saplantılı bir şekilde arkadaş kalabilme fikrine tutunuyorum. Elimde tek bir halat kaldı. 

Evi kapattıktan sonra 4 ay boyunca, sıklığı giderek azalan şekilde iletişimimizi sürdürüyoruz ama görüşmek ikimize de iyi gelmiyor. Bir daha hiç görüşmeme kararı alıyoruz sonunda. Son halatı da bırakıyorum.

"Sana da haksızlık edilen zamanlar oldu, senin de duygularının önemsenmediği, yanlış anlaşıldığın, kalbinin kırıldığı zamanlar oldu... Artık kendini açıklamayı ve suçlamayı bırak, herkes hayal kırıklıklarını kendi tamir edebilir, sen kendine şefkat göster..." 

Kafamda netleşip, kendime şefkat göstermeye başlayınca hızla iyileşiyorum.

Fiilen 6 ay önce bitmiş ilişkiyi kafamda da bitirdikten 1 ay sonra bir adamla tanışıyorum. Tam da özlediğim, o maceracı ve tutkulu yönümü besleyen biri. O da benimle aynı zamanlarda 5 senelik ilişkisini bitirmiş, onlar da yıllardır beraber yaşıyorlarmış, o da İzmir'den İstanbul'a çalışmaya gitmiş, benimle aynı sene İzmir'e geri dönmüş, evlerimiz yakın, kafalarımız uyuyor, eğlenerek birbirimize çok güzel hisler geçiriyoruz.

Doğru insanı bu kadar kolay bulmuş olabilir miyim?

Bir anı var zihnimde; evine ilk defa gitmişim, pizza yiyorum ve pizzanın tadı o kadar güzel geliyor ki... Evinin dekorasyonu, klimanın ısı ayarı, arkada çalan müzik de mest ediyor beni. Boynumdan öpüyor bir yandan... Tüm duyularımla o andayım, her şey çok doğru hissettiriyor. Sanki her şey olması gerektiği gibi akacak; kaygısız ve coşkuyla... Ve ben ait olduğum yerdeyim.

Sonrasında bir daha hiç öyle hissetmiyorum. 

Uyarı işaretlerini görüyorum aslında ama her zamanki gibi güzel duygulara tutunup, akla da uydurma çabasına girişiyorum, eski alışkanlıklardan kurtulmak zor. 

Neyse ki bu sefer olduramayacağımı anlamak sadece 4 ayımı alıyor.

Yıllar sonra bekar bir kadın olarak yeni yaşıma gireceğim. 

Geride bıraktığım yaş çok güzel bir yaştı doğrusu.
Tüm duyguları dolu dolu yaşadım, duygularını yaşayamadığın bir hayattansa, dibe girmek bile daha keyifliymiş onu gördüm. İnsanlar o kadar korkuyorlar ki kötü duyguları yaşamaktan, diğer bütün duygulara kapatıyorlar kendini. Duygularla temasın olunca hiçbir aksiyon olmasa da, yaşamak her an bir macera gibi hissettiriyor. Oldukça çirkin bir sokaktan geçince bile, gündem çok depresif olsa bile, kulağında sevdiğin müzikler çalarken, rüzgarın teninde bıraktığı hisle kendini bir film sahnesinde gibi hissedebiliyorsun. Sanki hayatla senin arana hiçbir şey giremezmiş gibi, sanki ne olursa olsun üstesinden gelebilirsin gibi...

Bir de suni kaygıların ve korkuların sesini biraz daha kısabilirsem, 35 ve sonrasından çok daha keyif alabilirim gibi geliyor.

İyi ki doğmuşum be!