Şiddetsiz İletişim

Marshall Rosenberg'in Şiddetsiz İletişim kitabını bitirdim. Bir tane kişisel gelişim kitabı okuyunca hayatı çözmüş gibi davranıp tonlarca tavsiye veren insanlardan birine dönüşmeyeceğim elbette ama birileri uzun yıllar bir konu üzerine kafa yorup, tutarlı ve derli toplu önermeler ortaya koyuyorsa elbette oturup üzerine düşünmek lazım.

Üzerine düşündüm hatta günlük hayatta kurulan iletişim şekillerine daha bir dikkat keser oldum. Rosenberg der ki;  "Kendimizle şefkatle bağ kurmanın önemli bir biçimi de, korku, suçluluk, utanç, görev ya da zorunluluktan kaynaklanan seçimler yerine, tamamen yaşama katkıda bulunma arzumuzdan doğan seçimler yapmaktır."

Bizim kültürümüzde, yetişkin bir bireyin korku, suçluluk, utanç duygusu, görev bilinci ya da zorunluluktan kaynaklanmadan yaptığı şeylerin sayısı ne kadardır sizce?

Ben insanların kendi duygularından ve hislerinden bahsettiğini çok sık görmüyorum. Genellikle o ortamda bulunmayan birinin yargılandığı ve eleştirildiği diyaloglar çoğunlukla iletişim kurma biçimimiz. O kişinin o davranışı neden yaptığı, ne hissederek yaptığı da konuşulmuyor. Bir yargılama komitesi edasında davranışlar, yanlış veya doğru olarak değerlendirilip, o kişi için sonraki tüm davranışlarını anlamlandırmak üzere bir etiket yapıştırılıyor. Allah aşkına kim böyle bir şeyin kurbanı olmak ister? Yargılanma korkusu yüzünden, kimse kendinden açıklıkla bahsetmiyor. Bu yüzden insanların "ele güne karşı koz vermemek için" takındıkları maskeleri var. Hep bir imaj kaygısıyla yaşıyoruz hayatımızı. Eskiden evde kuru soğan ekmek yiyip, dışarıya karşı kendini çok varlıklıymış gibi gösteren imaj kaygısı şimdi instagramda mutlu ve lüks yaşam tarzı ifşasıyla şekil değiştirerek varlığını sürdürüyor.

İlk başlarda kitapta önerilen iletişim biçiminin kendi kültürümüze ve ilişkilerimize uyarlamasının çok zor olduğunu düşündüm ama düşününce kendimizi daha uzun ve açık ifade etmediğimiz için neden olduğumuz yanlış anlaşılmalar ve kavgalar ömrümüzden daha fazla çalmıyor mu?

Kitapta çok daha detaylı elbette ama ben şiddetsiz iletişim adına kendi özetimi şu şekilde oluşturdum;

1-Ahlakçı yargılardan, karşılaştırma yapmaktan kaçınmak

"İnsanları sınıflandırmak ve yargılamak şiddeti körükler."

2-Gözlemleri Değerlendirmelerden ayırın.

"Sen fazlasıyla cömert birisin" demek yerine, "Seni, öğle yemeği için ayırdığın paranın tamamını başkalarına verirken görünce, fazlasıyla cömert olduğunu düşünüyorum."

3-Kendi duygularınızı tanımlayın, başkalarının duygularıyla ilgili çıkarımlar yapmayın sadece kendi duygularınızı ifade ederek iletişim kurun.

Mesela kendimi yalnız hissediyorum bir şiddetsiz iletişim söylemidir. Kendimi yok sayılmış hissediyorum değildir çünkü yok sayılmak bir duygu değildir.
Bana böyle davranınca kendimi yalnız hissettiriyorsun da şiddetsiz iletişim söylemi değildir çünkü suçlayıcıdır.

4-Bence en önemli maddelerden biri; kendi duygularımızın sorumluluğunu karşımızdakine yüklememek. Bunun için azıcık daha emek verip daha uzun cümleler kurmak ve neden belirtmek gerekiyor.

Mesela," yemeği bitirmediğinde üzülüyorum" diyen bir anne kendi mutsuzluğunun nedenini direkt çocuğuna yüklemiş olur ve çocuğa yaptırmak istediği şeyi suçluluk duygusuyla yaptırır.

"Yemeği bitirmediğinde üzülüyorum çünkü ben güçlü ve sağlıklı büyümeni istiyorum."

5-Net, olumlu, somut eylem dilinde ricada bulunmak.

-Ben sadece birinin beni sevmesini istiyorum.
+Aradığın sevgiyi sana verebilmek için benim veya başkalarının ne yapmasını istediğini bana söylemeni istiyorum.
-Sevilmeyi isterken asıl isteğimin ne olduğu üzerine gerçekten düşününce sanırım istediğimi henüz ben bile fark etmemişken sizin tahmin etmeniz. Sonra da bu şeyi her zaman yapmanız.
+Sevgi senin için buysa sevgi ihtiyacını karşılayacak birini bulmanın pek mümkün olmayacağını umarım görüyorsundur.

6-Empatiyle Anlamak

"Acı çeken birine tüm dikkati verebilme kapasitesi çok ender bulunan ve zor bir şeydir. Neredeyse mucizedir, tam bir mucizedir. Bu kapasiteye sahip olduğunu sananların hemen hiçbiri ona sahip değillerdir. Genelde empati yapmak yerine tavsiye veya teselli vermeye ve kendi durumumuzu veya duygularımızı anlatmaya eğilim gösteririz. Oysa empati, tüm dikkatimizi karşı tarafın verdiği mesaja odaklamayı gerektirir. Karşımızdakine, kendini tam anlamıyla ifade edebilmesi ve anlaşıldığını hissetmesi için gereken zamanı ve alanı veririz. Bu beceriyi açıklayan bir Budist atasözü vardır: "Bir şeyler yapmayı bırak, öylece dur."

7-Öfkeyi taam olarak ifade edebilmek

"Hiçbir zaman başka birinin yaptığı bir şey yüzünden öfkelenmeyiz. Diğer kişinin davranışını uyaran olarak tanımlayabiliriz ama uyaran ile neden arasında net bir ayrım yapmamız çok önemlidir."

Öfkeyi ifade etmenin dört adımı;

"1-Durun. Nefes alın.
2- Yargılayıcı düşüncelerinizi saptayın.
3-İhtiyaçlarınızla bağlantı kurun.
4-Duygularınızı ve karşılanmayan ihtiyaçlarınızı dile getirin.

Karşımızdakinin bizim iç dünyamızda olup bitenlerle bağlantı kurabilmesi için önce empati sunmak gerekir.

Kitapta sevdiğim diğer çıkarımlar;

"Utanç, kendinden nefret etmenin bir biçimidir. Utanca tepki olarak gerçekleştirilen davranışlar özgür ve neşe dolu davranışlar değildir. Niyetimiz daha fazla nezaket ve duyarlılıkla davranmak olsa da, eylemlerimizin ardında utanç veya suçluluk olduğu sezildiğinde, yaptıklarımız sadece yaşama katkıda bulunmaya dönük insani arzuyla harekete geçtiğimiz durumlara oranla daha az takdir edilebilir."

"İnsanlar herhangi bir talep duyduklarında direnç göstermeye eğilimli olurlar; bunun nedeni talepkar ifadelerin özerkliğimizi, başka deyişle seçim şansı ihtiyacımızı tehdit etmesidir. Despotluğa tepki gösteririz, "-meli/malı" yoluyla uygulanan içsel despotluğa da. "Gerçekten sigarayı bırakmalıyım" ya da "Daha çok spor yapmak için bir şeyler yapmak zorundayım" gibi şeyler söylendiğini duyduğunuz tüm o insanları düşünün. Sürekli ne yapmak zorunda olduklarını söylerler ve bunu yapmaya direnç gösterip dururlar; çünkü insanlar köle olmak için yaratılmamışlardır"