Kadın düşmanlığı

Alper Hasanoğlu'nun müthiş yazısı beni kadın düşmanlığı üzerine düşünmeye teşvik etti.




İslamiyet'te kabul edilmese de diğer dinlerde tasvir edilen ilk kadın Havva değil Lilith. Rivayete göre; Adem ve Lilith topraktan ve eşit olarak yaratıldı ancak Adem bunu kabullenmedi. Lilith'in kendisine hizmet etmesini, istediği zaman onunla sevişmesini istiyordu. Ancak Lilith eşit olduklarını savunuyor ve Adem'in sözünü dinlemiyordu. Sevişmek istediği zamana kendisi karar veriyordu. Aralarındaki anlaşmazlıklardan sonra Lilith Tanrı'nın yasak olan bir adını söyleyip cennetten kaçtı. Bunun üzerine Adem çok üzüldü. Tanrı'ya yalvardı karısını geri dönmeye ikna etmesi için. Adem'in durumuna üzülen Tanrı, melekler aracılığıyla Lilith'e sürekli eve dön çağrısı yapıyordu. Dönmezse çocuklarını öldüreceğini söylüyordu. Lilith kesinlikle cennete geri dönmeyeceğini söyleyince, Tanrı Lilith'in çocuklarını öldürmeye başladı. Bunun üzerine Lilith çok sinirlenip, şeytan ve cinlerle birlik olup dünyaya kötülük getireceğine dair yemin etti. Her doğan erkek çocuğunu 7 gün, kız çocuğunu 21 gün içinde öldürmeye yemin etti. Sadece başında 3 meleğin ismi olanlara dokunmayacaktı. Bu da İslamiyet'te al basması inanışı olarak yerleşmiştir. Adem'in çok üzüldüğünü gören Tanrı, Adem uyurken kaburga kemiğinden Havva'yı yarattı. Havva tıpatıp Lilith'e benziyordu ancak Adem'den yaratıldığı için çok mülayim, çok itaatkardı. Davranışlarındaki bu değişikliği Adem, "nihayet yola geldi" olarak yorumladı ve gerçeği hiç öğrenmedi. Yine de bu kadar itaatkar bir kadın bile Adem'i yasak elmadan yemek için ikna etmeyi başardı.

Bu benzeri hikayelerde, dinlerde, mitolojilerde dünyaya kötülük ve mutsuzluk saçan her şeyin nedeni kadın. Dünyaya kötülük ve mutsuzluk yayan kutuyu açan da Pandora'dır (tahmin edersiniz ki o da bir kadın).



Alper Hasanoğlu kadın nefretini aslında; erkeğin kadına duyduğu müthiş arzu karşısında kendini zayıf hissetmesinin ve erk sahibi olanın zayıflığı kendini yakıştıramadığı için kadını şeytanlaştırıp ona hükmetme arzusunun bir tezahürü olarak yorumlamış.

Üzerine biraz düşününce ataerkil dünyanın "erkeğin cinsel arzusunu nasıl tatmin ederiz?" ekseninde şekillendiğini görebiliyoruz. Erkeğin kendine hakim olması gerektiği neredeyse hiçbir din ve öğretinin konusu olmazken; kapanması gereken, toplumsal hayattan uzaklaştırılması, haline tavrına dikkat etmesi gereken hep kadın olmuştur.

Yüzlerce yıl süren mücadelenin ardından nihayet son yüz yıldır toplumsal yaşama dahil olunca, kadınlar biraz özgürlüklerine kavuşabildiler. Yine de kadın nefreti, günlük hayatta kullanılan "kadınlar zayıftır, kafası basmaz, fesattır, kadının başının altından çıkmıştır (herhangi bir kötülük için), analitik zekası yoktur" vb tüm söylemlerle varlığını sürdürüyor. Bu söylemler, kadınların kontrol edilmesi gereken, güvenilmemesi gereken varlıklar olduğunu herkesin bilinçaltına işliyor.

Objektif olmak gerekirse; kadınların iş hayatında duygularını kontrol edebilmede zorlandığı, psikolojik baskıyı çok fazla kaldıramadığı, insiyatif alamadığı, çabuk pes etme eğilimine girdiği, çabuk öfkelendiği benim de gözlemlediğim bir şey. Bu belki toplumsal hayatta çok sonra yerini bulmuş kadın acemiliğidir, belki de gerçekten hormonlarla ile ilgilidir. İş hayatında profesyonelleşmek için bu tarz duygusal iniş çıkışları bir erkek kadar kontrol edebilmek gerektiğine inanıyorum ben de. Lakin bu erkek egemen dünya, kadınların bu hatalarını hemen "kadından yönetici olmaz" diye cezalandırma eğilimine girerken, erkeklerin bastıramadığı cinsel arzusuna hep bir kılıf uydurma peşinde. Bu ikiyüzlülük de kadın nefretinin başka bir tezahürü olsa gerek.