Ah Berlin!

2014 yılında Almanya'nın Frankfurt (Oder) şehrinde bir dönem öğrenci değişim programıyla okumuştum. Öğrenci kartımız ile Berlin'e ücretsiz gidebiliyorduk. Defalarca gittim ve çok sevdim Berlin'i. Yüksek lisans mezuniyet hediyesi olarak ne istersin diye sordu annem, ben de 1 senelik Schengen vizem bitmeden dibini sıyırırım umuduyla Berlin bileti istedim. İstanbul'daki erasmusu boyunca benim ev arkadaşım olmuş pek sevdiğim Danimarkalı arkadaşım Berlin'e taşınmıştı. Hem Berlin'i hem onu yeniden görmüş olacaktım. Kendi erasmusumda tanıştığım ve sonrasında çok yakın arkadaş olduğum Zeynep ile uzun zamandır "keşke beraber Berlin'e gitsek" diye konuşur ama ikimiz de uzun uzun planlamaktan sıkılan tipler olduğumuz için bir türlü nihayete erdiremezdik bu isteğimizi. Ben bileti aldıktan sonra"ben de senle geliyorum" dedi ve aldı biletini. Çok sorunsuz ve spontane bir şekilde buluşmuş olduk böylece. Böyle ızdıraba dönüşmeden, kararsız kalmadan denk gelen seyahatlerin hastasıyım. Bir de günübirlik Dresden'e gider, ortak bir arkadaşımızı görürüz diye plan yapınca bir taşla 5 kuş filan vurmuş olduk okurcum.



Bizim gideceğimiz hafta yoğun kar yağışı nedeniyle THY aynı güzergaha tüm uçuşlarını iptal etmişken biz Onurair ile rötarsız uçtuk. Muhtemelen bağlantılı çok uçuşu olduğu ve herhangi bir gecikme durumunda yolcularının konaklama masrafını karşılamak istemediği için birçok seferini iptal etti THY. Karlı havalarda THY'den bilet almamak gerektiğini öğrendim böylece.


Salı günü akşam üzeri varıyoruz Berlin'e. Rosenthaler Platz metro istasyonunun hemen yanındaki La cantina (Bleibtreustr. 17) isimli İtalyan restoranında pizza yiyoruz. Pizzaları gerçekten lezzetli, büyük ve ucuz. Tavsiye ederim.

Daha sonra Caroline'ın Prenzlauer Berg civarındaki evine doğru gidiyoruz. Berlin'de evler nasıldır merak ediyordum. Eve gidiş yolunda buranın güzel bir semt olduğunu anlıyoruz zaten, eve girince de aşık oluyoruz. Yerlerin, duvarların yeni yapıldığı gıcır gıcır bir ev değil burası, parkeler eski, duvarlar eski ve ev kocaman!


Daha önceki gelişimde turistik kısımları bitirdiğim için kafam çok rahat, bir şeyler kaçırıyorum endişesi olmadan sokakları keşfetmek istiyorum bu kez sadece.


İkinci günün sabahı... Hava açık, makul derecede soğuk ve tertemiz. Yürüyerek Mitte'ye gidiyoruz. Mitte bence Berlin'deki en güzel semtlerden biri. Kaffe Mitte'de kahvaltı yapıyoruz. Mekana gelenler iletişime ve yeni birileriyle tanışmaya çok açık gibi görünüyor. Yalnızsanız birileriyle tanışıp muhabbet etmeniz çok kolay. Kahvaltıda başardığımız şeyleri önemsizleştirip, hep yapmadıklarımıza odaklandığımıza dair ufuk açıcı bir sohbet yapıyoruz. Gerçekten düşünüyorum da... Geçen sene çok satış yapıp benim için önemli bir miktar para biriktirmeyi, tüm eşyalarımı satıp İzmir'e yerleşmeyi, tezimi yazıp mezun olmayı, eski şirketimle home office çalışmak için anlaşmayı, yazın bol bol deniz tatili yapabilmeyi planlamıştım ve bunların hepsini gerçekleştirdim. Bunları hep biliyordum ama belki de ilk defa kendimle gurur duyacak farkındalığa o zaman eriştim.


Kahvaltıdan sonra Urban Outfitters'a uğruyoruz ardında da Wonderpots'da kahve ve frozen yoğurt molası veriyoruz. Akşamına Dudu (Torstrasse 134) isimli bir Asya restoranına yemeğe yiyoruz. Burası oldukça popüler bir restoran, rezervasyonsuz yer bulmak imkansız. Yemekler oldukça leziz. Restoran çıkışında yakınlarda bulduğum bir Lindy Hop gecesine götürüyorum kızları ancak iyi dans eden kimseyi görememek beni soğutuyor ortamdan ne yalan söyleyeyim. Yarım saat sonra kalkıp eve dönüyoruz.


Üçüncü gün sabah erkenden Dresden'e gidiyoruz. Dresden Berlin'e 2.5 saat uzaklıkta romantik bir Avrupa şehri. O şehri bizim için cazip hale getiren Erasmusta tanıştığımız bir Alman arkadaşımızı görmek. Dresden'de ne kadar üşüsek de sınırlarımızı zorlayıp şehri gezmeye çalışıyoruz, ertesi gün öğreniyorum ki, hava o gün -12 dereceymiş. Havanın bu kadar soğuk olduğunu bilsem kesinlikle yaygara koparır ve gezmeyi bırakırdım. Bilmeyince insan sınırlarını zorlayabiliyormuş onu gördüm.


Dresden'de akşam bir şeyler içmek için dışarı çıkıyoruz. Barların bolca olduğu semtin ismi Neustadt. Mekanların loş olması, salaş kanepeler, duvardaki yazılar Berlin'deki mekanları anımsatıyor. Dresden'de en çok burayı seviyorum. Önce Paradox isimli bir bara oturup kokteyl içiyoruz sonra Blue Note isimli bir jazz bara gidip müzik dinliyoruz. Kızlar sıkılıp eve dönüyor, ben onlardan sonra 2 saat daha orada tek başıma takılıyorum. Yurt dışında bu yalnız takılmalar bazen çok keyifli olabiliyor. Sanırım kimsenin sizi rahatsız etmemesi, yanınızda konuşulanları anlamamanız güzelleştiriyor böyle anları.


Ertesi gün arabayla Berlin'e geri dönüyoruz. Zeynep ile Friederike biraz daha dışarda takılmak istiyor, ben ise sıcak bir yerde kahve içip kitap okumak. Ayrılıyoruz. Akşam Caroline bizi yine süper bir Asya Restoranına görütüyor; Akemi( Rykestr. 39). Keyifli bir yemeğin ardından (evet ben hala o çubukları kullanamadığım için çatalla yiyorum) eve gidip birer kadeh şarap içiyoruz. Soğuktan ve az uyumaktan kendimi çok yorgun hissetsem de bir gece kulübüne gitmeden Berlin'den dönersem bir şeyler eksik kalacak gibi hissediyorum.


Caroline ile Prince Charles (Prinzenstr. 85) isimli bir gece kulübüne gidiyoruz. Giriş 12 EUR. İçerisi ise bu  giriş ücretine değmeyecek kadar ucuz bir kulüp izlenimi veriyor. Ortam dumanlı ve ot kokusu her yeri sarmış ancak Berlin'de hiç görmediğim kadar yakışıklı erkeği burada gördüm. Ortamcıların geldiği bir mekan olduğu belli. Barda saatlerce konuşup içtik, hiç tarzım olmayan tekno müziklerde dans edecek kadar kafamız iyi oldu. Ya da belki kafalarımız soluduğumuz ot kokusundan iyi olmuştur. Yine gelsem gitmeyeceğim bir mekan ama ben muhabbetten de, içtiğimiz kokteyllerden de, dışarıda olmaktan da son derece mutluyum.


Cumartesi günü uçuşumuz var. Caroline bizi Oderberger Strabe taraflarında kahvaltıya götürüyor, daha sonra o caddeyi geziyoruz. Güzel dükkanların olduğu çok güzel bir cadde. Berlin'e gelirseniz mutlaka uğrayın.


Hafızamdaki Berlin güzeldi zaten ama bu kez bambaşka bir Berlin keşfettim. 'Bu kadar güzel miydi bu şehir?' diye düşünmeden edemedim açıkçası.

Klasik bir Avrupa şehrinin romantizminden ibaret değil Berlin. Her sokağın farklı bir ruhu var sanki. Mekanlar birbirinin kopyası değil, birbirinden çok farklı yaşam tarzları için alternatifler bulmak mümkün. Batı Avrupa başkentlerine kıyasla oldukça ucuz, mütevazi ve özgün, aşık olunası bir ulaşım ağı var, 7/24 ulaşım imkanı size kendinizi çok özgür hissettiriyor. Oldukça çılgın bir gece hayatı var, kültürel aktivitesi bol ve de kalabalık ve gürültülü değil...



Tamam sustum.