Bir Ocak hikayesi.

Ocak ayının başında Atina'daydım, iki hafta sonra da Berlin'e gittim. İkisi de çok güzel seyahatlerdi. Yine de yetmedi okurcum. Can sıkıntımı geçirmeye yetmedi.

Ocak ayında İzmir'de kaldığım günlerde sosyal ortamlara pek dahil olmayıp, genelde sahilde yürüyüş yapıp kitap okuyarak geçirdim zamanımı. Normal zamanlarda keyif aldığım gündelik konuşmalar, heyecan aradığım dönemlerde gerçekten zor geliyor bana. Yeni ve heyecanlı olmayan seçeneklere kendimi kapatıyorum. Yalnızlaşıyorum.

Yüksek Lisans tezimi teslim ettikten sonra boşlukta hissetmeye başladım. Bir de Aralık ayının sonunda satış yapmaya çalıştığım ülkede devalüasyon olup ticari ilişkiler azalınca benim için de işler durağanlaştı. Bu durum beni hem maddi anlamda zorladı hem de yeni bir gündemimin olmaması bende hafif bir can sıkıntısı yarattı. Hafif derken biraz iyimserim.

Hayat, emek ile keyfin toplamı olmalı bence. Çok paranız olsun, hayatı olabilecek en keyifli haliyle yaşayın yine de gerçekten anlam yüklediğiniz bir şeyler yapmıyorsanız bir süre sonra bu keyif ortamından da sıkılmanız ve varoluşsal krizlere girmeniz çok olası.

Burada kilit olan şey; anlam yükleyebileceğiniz işlerle uğraşmak. 

Bu dönemde can sıkıntısından kurtuluşu sevmediğim bir işte çalışmak olarak görmedim hiç. 

İzmir bana her canım sıkıldığında kaçmamam gerektiğini öğretti... yalnız başıma zaman geçirip kendimden hiç sıkılmayacağımı da...

Can sıkıntım kendimle alakalı değildi çünkü.

Şubat'tan umutluyum ama. Güzel bir hikayesi olacak gibi hissediyorum.