Aldatmak.

Ahmet Altan'ın "Aldatmak" kitabını daha yeni okudum.

İlk çıktığı zamanlarda epey bir eleştiri almıştı diye hatırlıyorum. Ben kendi içimde tezahür eden birçok duyguyu buldum kitapta, bayıldım. Bir kısım aldatanın kadın olmasına ve aldatıldığını öğrenen kocasının yaşadığı toplumun değerlerinden kopuk bir tepki vermesine takılmıştır, bir kısım ise aldatma gerekçesine... Doğrulukla harmanlanmış müthiş beyinler zayıflık olarak görmüş olabilirler.

Hayatta her duyguyu ya da çaresizliği yaşama ihtimali olduğunu bilen, hayatı belirli bir derinlikte yaşayan, duyguları üzerine düşünen ya da benzer hayal kırıklıkları yaşamış insanlar kendiyle özdeşleştirebileceği birçok tespit bulabilir kitapta.

Kitaptan sevdiğim birkaç kısım:

"Kadınların çeşitli nedenlerden dolayı önemsedikleri bir erkeği güzellikleri ya da zekalarıyla etkilediklerini, o erkeğin kendilerini beğendiğini düşündüklerinde hissettikleri baş döndürücü zafer duygusuyla gözleri kararmıştı aslında. ...kendi küçük zaferine hayrandı o sırada, ama bu zafer sevinci, karşısındaki adam için hissettiğini sandığı bir yakınlıkla ortaya çıkıyordu."

"İnsanlara böylesine fütursuzca, aldırmazca hainlik edebilmesinin, onlarına hayatlarına girdiklerinden sonra geride bir harabe bırakarak çıkıp gidebilmesinin belki de tek nedeni ihanet duygusunu bilememesiydi. Kimseyle ihanet duygusuna sahip olabilecek kadar yakın olmamış, kimseye kendini öyle yakın hissetmemişti... İnsanlarla duygusal olarak paylaştığı neredeyse hiçbir şey yoktu."

"Ama o, ne erkekleri o kadar tanıyacak kadar deneyimli ve oynak, ne de gördüğü erkekten korkmayı akıl edecek ve bunu doğal bulacak kadar ürkek ve korunaklıydı. Her sorunu çözebileceğine olan inancı onu Cem'in karşısında tümüyle silahsız ve korunmasız bırakıyordu. Ne tuhaftır ki onu mahvoluşa götüren yolu kendi zekası ve güveni hazırlıyordu."

"Aslında böyle bir sırrı onunla paylaşarak ilişkinin biçimini değiştirmeye, derinleştirmeye, onunla bir yakınlık kurmaya, kendini duygulardan yoksun bir sevişmenin hafif ve aldırmaz bir parçası olmaktan kurtarmaya, onunla bir sevgili, bir sırdaş, bir dost olmaya çalışıyordu. Bu ilişkiyi ve kendini temize çıkartmaya, aklının bir kenarında hep saklı duran günah ve ayıp duygusundan kurtulmaya, sevginin ve sevgililiğin kutsallığıyla yaşadıklarını hiç olmazsa kendi gözünde aklamaya uğraşıyordu."

"Yaşlanmakta olan yaramaz kızların kahkahalarında da bir tür meydan okuyuş seziliyordu zaten. Oranın bütün kurallarını gülüşleriyle reddediyorlardı. Öbürleri gibi başarılı değillerdi ama başarılı olanlar da onlar gibi neşeli değildi, sanki iş dünyasının ortasında gizli bir anlaşma yapılmış, neşelerle başarılar takas edilmişti."

"İçinde büyüyüp çoğalan duyguların yarattığı karmaşa aşka çok benziyordu. Öfke, özlem, merak, istek, korku, kıskançlık, onu bir kere görüp dokunma arzusu, duyulması beklenen sesin yokluğunun yarattığı acı tıpkı aşık bir kadının yaşayacağı gibi şiddetle yaşanıyordu. Bu duyguları gerçek bir aşktan ayıran tek şey, bunların Cem'in varlığından değil yokluğundan kaynaklanmasıydı."

"-Sen, kazandığın onca parayı, bu cehaletle nasıl harcayacaksın? +Ne ilgisi var? Cem, ihtiyar bir adamın sesini taklit ederek, "Kızım," demişti, "-Para kazanmak için kültüre ihtiyaç yoktur, hatta belki para kazanabilmek için cehalet bir avantajdır ama para harcayabilmek için kültür gerekir."