Erasmus Günlükleri: Varoluşsal krizler

Hayatta iki tür insan vardır: birinci grup, hayatın ona sunduklarıyla her daim mutlu olanlar ya da sadece bunu kabul edenler, ikinci grup ise, nasıl bir hayat istediğini bilip tüm plan ve projelerini bu hayata ulaşmak için yapanlardan oluşur. İkinci grup genelde yaşlanma ve ölüm korkusu taşır çünkü yaşadıkları hayat ile kafalarındaki hayat hiçbir zaman tam olarak uyuşmaz. O istedikleri hayata kavuşmak için devamlı yeni şeyler denerler, asla yerinde durmazlar, istedikleri hayatı yaşayamadıkları için ömründen geçen her zamanı kayıp olarak değerlendirip telafi için daha fazla aktivite peşinde koşarlar.

Biliyorum çünkü ben de onlardan biriyim.

Hayatım boyunca hiç depresyona girmedim ama birkaç ayda bir, kısa süreli, yaşam amacımı ve varlığımı sorgulama ile birlikte gelen sıkılganlık ve bezginlik ile yaşamak zorunda kalıyorum. Herkesi, her şeyi bırakasım geliyor.

Bu yüzden gittim. Gittim çünkü acaba bu duygudan gidince kurtulabilecek miyim diye görmek istedim.


Bol bol vaktimin olduğu, eğlenceli bir ortamdan bildiriyorum size. Kimisi için hiç de söylenmeye müsait olmayan bir ortam benim için yine varoluşsal krizler yaşadığım bir yere döndü. Artık buradan da gitmek istiyorum. Tamam eğlendik ama bu boş hayat ile nereye kadar demeye başladım. Sonra dönüp İstanbul'daki hayatıma baktım, bazı yönleriyle buradan daha tatminkar olsa da onun da  beni tam olarak tatmin etmediğini anladım. Tutanacak bir şeyler bulamadım. Şu an tam aradayım. Nereye ait olduğumu bilmediğim yerde. Bildiğim tek şey var ki, mesele Türkiye'de yaşamak değilmiş, mesele benmişim okurcum.


Geçen gün arkadaşımla konuşuyorduk, eski insanların neden depresyona girmediğini.
Hani klişedir ya, onları eğitim ve yaşanmışlık seviyesiyle yargılarız, başka hayatları görmedikleri için başka hayatları arzulamayacaklarını, depresyonun bile ne demek olduğunu bilmediklerini dolayısıyla böyle sorunların olmadığını...

Gerçekten bu kadar basit mi?

Onların ruh halinin bizden daha dengeli olmasının nedeni bir çeşit "vizyonsuzluk"ları mı?

Peki ya biz? Hayatımızı ne yaparak geçiriyoruz? Pek çoğumuz, günümüzün çoğunu sadece yapmak zorunda olduğumuz ve hiçbir değer katmadan yaptığımız işlerde geçiriyoruz, ya arkadaşlarımızla pek de ufuk açmayan konuşmalar yapıyor, televizyon izliyor ya da internette vakit öldürüyoruz. Kendi yemeğimizi hazırlamak bile çoğunlukla külfet, dışardan söylüyoruz. Günlerimizi sadece zorunlu olduğumuz için yaptığımız şeyleri yaparak geri kalan zamanda ise kendimizi eğlendirmek ve rahatlatmak için çabalayarak geçiriyoruz. Bu hayatın içinde toplumum bize dayattığı amaçlar dışında kendi belirlediğimiz, üretebileceğimiz, değer katabileceğimiz hiçbir şey yok.

Engel olarak çoğunlukla para ve zamanı öne sürsek de aslında yapmak için isteğimiz yok. Çünkü tüketmek kolay. Tüm yaşamımız sadece tüketmek üzerine. Sadece tüketmeyi yücelten bu sistem, hayatta başka yüceltebileceği hiçbir amacı olmayan ruhları çürümüş nesiller yetişiyor.

Not: llustrasyon ve fotoğraflar;Subconscious" (Odlly Spliced), "Key Face" (Jeffrey Michael Harp), "Surreal Faces" (Muffinn)