Erasmus günlükleri: OSLO!

Buraya gelmeden önce kendime söz vermiştim, sağlık sorunları olmadığı sürece yaşayacağım her şey kabulum olacak, plan yapmayacak, beklenti içine girmeyecektim. Lakin benim için plan yapmamak ya da beklenti içine girmemek imkansızmış.

Buraya gelir gelmez planlar yapmaya başladım; spor yapacaktım, almancamı geliştirecektim, mümkün olduğunca çok dans edecek hayatımın en sarhoş, en zıbıdık dönemlerinden birini yaşayacaktım, güzel arkadaşlıklar kuracaktım ve planladığım yerlere geziler düzenleyecektim.... Bunları yaparsam hayatımın bu dönemi benim için güzel ve tatmin edici geçmiş olacaktı.


Farketim ki, hayatımın her döneminde planlar-projeler üreten bir kadın olmuşum. Hayatım da benim bu projelerime inat hep planlarımı alt üst edecek gelişmeler çıkarmış karşıma. Buradaki hayatımla ilgili projeler üretirken, döndüğüm zamanki hayatımı da en başından planlamıştım. Sevgiliyi, evi, işi... Her şeyi bıraktığım gibi bulacaktım.

Sonra ben sevgilimden ayrıldım, ev sahibim kızının evlendiği ve onu yerleştireceği gerekçesiyle evi boşaltmamı istemiş. Şu an için işimle ilgili bir sorunum yok ama olursa da şaşırmam. Geldi mi hepsi birlikte gelir bilirsiniz.


Hayatımın son beş senesine bakıyorum, gerçekten hiçbir sene birbirinin aynısı değil. Hayatımın kontrolü bende değil kesinlikle, ben ne kadar plan yapmaya çalışsam da, hayatın bana dayattığı seçenekler arasında savrulurken en az hasar almaya çalışmışım hep. Önce hayatımın planladığım gibi gitmemesine çok bozulmuşum sonra krizi fırsata çevirecek planlar üretmişim. Evimden çıkacak olmama çok bozuldum mesela ama sevgilimden ayrılınca o evden de ayrılmanın yepyeni bir sayfa olacağını düşünerek mutlu ettim kendimi. Daha güzel bir eve, yepyeni eşyalarla taşınmak için para biriktirme hedefi koydum önüme. Bu benim hayatta kalma şeklim, başka türlü nasıl yaşanır bilemiyorum.

Lakin bu plan-proje işini çok fazla abartmamak lazım. Sonrasında çocuğu mavi gözlü olsun diye mavi gözlü eş arayan, bulamayınca mutsuz olacak kadar takıntılı kişilere dönüşmek muhtemel.

Spontanlık bazen güzeldir çünkü hiç planlamadığınız anılara fırsat doğurur. Benim buradaki tüm seyahatlerim gibi.

Bu sefer yolum Oslo'ya düştü. Ryanair'de 40 euroya promosyon bileti bulunca kimselere söylemeden biletimi almıştım. Sonra da kimsenin planı uymayınca kendi başıma gittim. Facebook'a yazdım, 2 gece oslo'da kalacağım, konaklama konusunda bana yardımcı olacak var mı diye... Sağolsun bir arkadaşım, arkadaşının evini ayarladı. Üstelik evinde kalacağım kişi o tarihlerde tatilde olacaktı, bir arkadaşı vasıtasıyla bana evinin anahtarını bırakmıştı. Çok tatlı bir mektup yazmış, benim için hoşgeldin pastası almış, dolaba yiyecek bir şeyler bırakmış.

 

Bana anahtarı vermekle görevlendirdiği arkadaşı da bir o kadar tatlıydı. İşi olmadığı zamanlarda benimle takıldı, bana kendi bisiklet kartını verdi böylece tüm gün toplu taşıma para vermeden bisikletle istediğim yerlere gittim, çalıştığı kafede bana ücretsiz yiyecek, içecek ikram etti ki bir pizzanın 20 euroya yakın bir şehirde bu gerçekten önemli bir jest.


Hiç tanımadığım kişilerin bu jestleri kendi başıma sıkıcı olacak bir geziyi güzel bir hikayeye dönüştürdü.

Oslo beni büyüleyen bir şehir olmadı ama "soğuk ülkelerin insanları da soğuk olur" önyargısına inat insanlarına bayıldım. Suratı asık kimseye rastlamadım nerdeyse. Sorduğunuz her soruya süper tatlılıkla cevap veriyorlar. Neşeli ve de kibar insanlar. Tam benim seveceğim türden laubali olmayan ama içten bir tarzları var.


Oslo çok çok pahalı bir şehir. Aldığım duyumlara göre, Stocholm veya Copenhag çok daha güzel ve daha ucuzmuş.

Oralara da gidip iskandinavya hakkında daha iyi fikirlere sahip olmak isterim açıkçası.
İki gün bir ülke hakkında fikir sahibi olmak için yetersiz elbette ama öğrendiğime göre eğitim, sağlık, aylık ortalama maaş vs seçenekleri düşününce Almanya'dan daha ilerde olduğunu söylemek mümkün değil. Lakin insanları çok daha cana yakın.