Vasat.

Ne zaman canım sıkkın olsa daha da öfkelenirim herkese.
Daha fazla düşünürüm.
Umut veren bir şeyler arıyorum insanlarda, deniyorum farklı bir frekansta buluşabilir miyiz diye, buluştuğumuz yer hep: vasat.
Kendimi tenzih etmiyorum.
Ben de dahil olmak üzere çoğumuz vasat yaşıyoruz ve bu beni delirtiyor.
Vasat düşünce, vasat hayat, vasat iş, vasat ilişki, vasat sevgi.
Nedir bu vasat diyecek olursan, duygu durumunu sabit kılan eylem ve ilişkiler silsilesi bana göre.


Her şey çoğu zaman yapılmış olmak için yapılıyor, ne kimse daha fazlasını talep ediyor ne öteki daha fazlasını vermeye razı.
İlgi gösterme konusunda da aynı vasatlık geçerli.
Her şeyin başı ilgi.
Dünyalara sahip olsa da, ilgi eksikliği yaşıyorsa bir insan asla tam anlamıyla mutlu olamaz.
Ömrü boyunca hep buruk gezer, hep iflah olmaz bir şekilde anlam arar hayatta.
Ne zaman arzuladığı ilgiyi bulur, o zaman hayatı yaşamaya başlar.
O anın tadını çıkarır, olmayan hayatların hayalini kurmaz.
Ben genelde üzgünken ilgi isterim mesela.
Özlemini duyduğum ilgiyi de çok az kişide bulurum.
Bir insanı samimiyetle mutlu etmek, onun için emek harcamak, sürpriz yapmak çoğu kez gereksiz görülüyor, ya da önce bir çetele tutuluyor o benim için ne yapmıştı diye, baktı zararda sadece "yapmış olmak için yapıyor" bazı şeyleri.
Öyle yapıyor, canı sıkkın olsa kendisi de daha fazlasını istemeyecek çünkü.
Çünkü öyle görmüşüz. Öyle öğrenmişiz.
En yakınımız dediğimiz insanların canını sıkmamayı, kendi sorunlarımızla meşgul etmemeyi nezaket bilmişiz.
Sanki dünyada mahçup olacak başka hiçbir şey kalmamış gibi sevdiklerimizin eğlendiği ortamda keyifsiz görünürken müthiş bir mahcubiyet hissetmişiz.
Bakın elbette olur olmadık şeylere kafayı takıp devamlı insanların tadını kaçıran tiplerden bahsetmiyorum, eğlenceli bir ortamı hasta olup bozduğu için mahçubiyet hissettiren zihniyetin abukluğundan bahsediyorum.
Gülmek kadar ağlamak da insanca değil mi? O niye kabulümüz değil?
Ben de aynıyım.
Canım ne kadar sıkkın olursa olsun sorunlarımla boğmamaya çalışırım kimseyi, geyiğe sararım hemen.
Bunu artık içimden gelerek mi yapıyorum yoksa yapmam gerektiğini düşündüğüm için mi yapıyorum o çizgi bende belirsiz.
Öyle bir davranış kalıbı geliştirmişim.
Sanırım bunda hem annemin neşeli ortamların keyfini kaçırma öğretisi, hem de baktım böyle daha fazla kişi oluyor çevremde, ben böyle alır yürürüm fikri var.
Beraber kahkahalarla sohbet ettiğim, seyahat edip güzel anılar paylaştığım, sarhoş olduğum, ilişki sorunlarımı anlattığım, sorunlarını dinlediğim, beraber alışverişe çıktığım pek çok sevgili arkadaşım var.
Bu güzel olaylar aranızda bir şekilde bağ kurmanızı sağlıyor elbet ama hiçbir şey beraber salya sümük ağlamak kadar güçlü bir bağ kuramaz. ( Dimi? Bilen varsa anlatsın, kurban olayım.)
Ben böyle bir frekansa erişemedim arkadaşlarımla. Bu benden mi kaynaklandı karşı taraftan mı bilemedim.
Onu güldürmeyi marifet saydım ama onun yanımda salya sümük ağlamak isteyecek kadar rahat hissettirmedim belki.
Ailelerin çocuk yetiştirirken ciddi hatalar yaptığını düşünüyorum okurcum.
Çocuklarımızı başkaları için fedakarlık yapmanın, başkasını gerçek anlamda mutlu etmenin ne büyük bir erdem olduğunu öğretmeden yetiştiriyoruz. Bunu yapınca çocuğumuzun enayi olacağından, kendini başkaları için harap edeceğinden korkuyoruz ama ölçüsünü tutturduğu sürece bunun aslında onu "tam" anlamıyla mutlu edecek şey olduğunu düşünmüyoruz. Sorunları sadece aile içinde yaşamak gerektiğini öğretiyoruz, aileden sonra en yakın dediğimiz insanlardan istenecek her türlü yardımın onlara "yük" olacağını öğretiyoruz. Bu yüzden insanlar hayatta diğer şeyleri başarmadan en öncelikli olarak aile kurma eğilimine giriyor. Sorunları tek başına göğüslemek yerine aileyle göğüslemek istediği için. Sorunları yansıtmak sadece aile içinde meşru çünkü. Sadece aile çekiyor bu yükü ve çoğu kez ağır geliyor bu yük.