Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul yalnızlığı.

İstanbul'da hiçbir zaman geçmez o yalnızlık hissi. İnsanlar kendini dinleyecek zamanı bulamadığı için katlanıyorlar bu yalnızlığa, kalplerini dinleyecek vakitleri olsa o çığlıklar bitirir, kurutur insanı. Kalabalık, çevrende çok insan varmış gibi sahte bir algı yaratıyor ama boş bir evde yalnızlığın soğukluğu çarpıyor yüzüne insanın. Herkesin öyle bir telaşı var ki bu şehirde, başkalarının sorunlarına ayıracak vakti yok. Güvensiziz ve yalnızız. Hiç kimseye aidiyet hissedemiyor insan, alternatif fırsatları yıllarca emek ettiği arkadaşları, anıları, düzenini kolaylıkla feda edebiliyor, hiç düşünmeden arkasını dönüp gidebiliyor. Buna metropol yalnızlığı diyeceğim ama hiçbir metropol İstanbul kadar yalnızlaştırmıyor insanı. İstanbul'u sevdiğime ve ömrümü burada geçirmek istediğime inandırmıştım kendimi. Şimdi ise inanmıyorum. Şu an gencim, keşfedilecek çok şey var bu şehirde. Benden götürdükleri olsa da mücadele edecek gücüm var, daha fazla görmek, daha fazlasını yaşamak istediğ

Şans.

Şans ve şanssızlık bir kader değil, bir enerji meselesi bana göre. Başta nasıl başladıysan öyle gidiyorsun. İlk ne zaman böyle hissettiğini bilmediğin bir olayda şansın yaver gitmişse, kendini şanslı hissetmişsen mesela yırttın okurcum. "Ben nasılsa şanslıyım bir şekilde yırtarım" rahatlığı oluyor ömrünün geri kalanında, o rahatlıkla alıp yürüyorsun zaten. Güvensizsen hayata, hep şansız olduğunu düşünüyorsan mesela, yakaladığın ufacık mutluluklara sıkı sıkıya bağlanıyorsun, bağlandıkça itiyorsun, ittikçe kendini daha şanssız hissediyorsun. Sen istediğin totemi yap, istediğin duayı et, gerçekten şanslı olacağını ve işlerin istediğin gibi gideceğine inanmadığın sürece şansın yaver gitmeyecek. Lakin bazen hayatlar o kadar adaletsiz ki, inanmak çok zor.

Fikrini kendine sakla alt mesajlı blog yazım.

Olaylar sen nasıl algılıyorsan öyle gelişiyor. Her şey bir ilizyon aslında. Çoğumuz, gözümüzün önündeki bu perdeyi kaldırıp berrak bir kafayla yorumlamayı beceremediğimiz için  modumuz, psikolojimiz, geçmiş deneyimlerimiz bize ne hissettiriyorsa o şekilde anlamaya ve yorumlamaya mahkum oluyoruz yaşadığımız olayları. Zaten işler bu kadar karmaşıkken bir de, başka kişileri dahil edip onların fikirlerini almaya, onların psikolojilerini, enerjilerini, geçmiş deneyimlerini ve yorumlarını sürece dahil edip olayları çok çok başka boyuta taşımaya gerek var mı? Bence yok. Çoğu durumda yok. En sağlıklısı daha az fikir alıp daha az fikir vermek. 

Mutlu bir an.

Şu an çok mutlu hissediyorum mesela.Her şey güzel olacak hissi kapladı yine içimi. Mutlu hissedince yazamıyorsun işte, sadece ekrana bakıp sırıtmakla yetiniyorsun. Kelimeler gitti. Ben de gittim. Bye.

Melankolik.

Sabahları neşeli uyanmıyorsun artık. Bir anda kimyan değişti. Eskiden mutsuz olduğun anlar varken şimdi mutluluk beynindeki sesleri kısabildiğin, kendini dinlemediğin ve yalnız olmadığın anlarda kaldı. Aslında hep orada duran, nefes aldığın her an var olan ama gündeminde olmayan gerçeklerle yüzleşir oldun bir anda. Hazırlıksız. Kendince bir gerekçe bulmuşsun, sanki  o eksikliğini duyduğun şey olsa mutsuzluğun da geçecekmiş gibi. O olsa mesela ve yüzleşsen... mutsuzluğunun sebebinin o olmadığına... Bunu kaldırabilir misin?

Soru işareti.

Mevcut düzenini bir anda bırakacak cesareti olan, dünyanın her yerinde yaşayabileceğini düşünen, geride kimseyi bırakmaktan korkmayan özgür ruhlu insanlar... Hakikaten o kadar özgür müyüz yoksa yalnız mıyız?

Mungan.

"Utanma duygusu bir çok kadını gereğinden fazla kısıtlar. Bu yüzden kadınların içi gerçekleştirilmemiş eylemler ve fırsatlarla doludur. Gençliğini gönlünce yaşayamamış her kadının mazisi, birkaç ciltlik hayıflanma tarihi eder. Onlar kendilerini hayıflanmakla zehirlerler. Öldürmeyen zehirler yaşlandırır." Murathan Mungan

Kozasından çıkan ipek böceği.

İçinde büyük bir boşluk vardı. O boşluğu kapatmaya çalışmak için tutunduğu her şeyin hayal kırıklığıyla sonuçlandığı bir sürü talihsiz ilişki yaşamıştı. Bir an geldi. Dank etti. O ana kadar hiçbir erkek tarafından gerçekten sevilmemişti. Kırılmıştı, üzülmüştü, hırçınlaşmıştı ve kimse onu tamir etmeye çalışmamıştı. Bu gerçek ağır geldi. Boğazına bir yumru düğümlendi, nefes alması zorlaştı. Sevdiği adam onu kollarına aldığında musluğu hızla açılmış bir çeşme gibi bir anda yaşlar boşandı gözlerinden. Görüş alanı kayboldu... Dünyayla iletişimi kesilmişti adeta, bir anda her şey durmuştu. Ne duyuyor, ne görüyordu o an... Sadece ağlıyordu. Kaç dakika o şekilde kaldı bilmiyorum. Sanki gözyaşlarıyla birlikte kalp ve hayal kırıkları da akıyordu, bir yandan da sevdiği adamın kollarında güven ve sevgi dolduruyordu içini...O andan itibaren bambaşka bir kadındı artık.

Hayatın cilveleri.

Ne zamandır şöyle bir damar yapasım vardı da nedenim yoktu. Mini bir drama yaşadım daha yeni, fırsat bu fırsat şarabımı açtım, en damar şarkıları playlist'e koydum, yazmaya başladım. Yarım şişe şarap içtim, saçmalarsam üstüme gelme. Ben oldukça açık sözlü bir insanım aslında ama iş duygusal meselelere gelince karşı tarafa ne istediğimi söylemekten kaçınırdım. 25 yaşımda bir karar aldım. Artık karşı tarafın benim ne istediğimi tahmin etmesini beklemeyecektim, suçlamadan, kendimi anlatmaya çalışacaktım.. Yaptım da... İşe yaradı mı? Pek değil. Ama kafamda acabalar kalmadı. Tam da "tamam ben bu şekilde mutlu olamıyorum o zaman kendimle savaşmayı bırakıyorum" dediğim bir dönemde bunları yaşadım, hayat yine beni kendime savaştırdı. Acaba öyle mi?, Biraz daha deneyeyim, belki düzelirlerle uğraştırdı beni. Kendinle savaş asla bitmiyor. Dünyanın düzeni bu şekilde kurulmuş, hayatına insanlar bu savaşı sürdürmen için giriyor sanki. Bir de itaat etmeni bekliyorlar. Hayat bile.