Geçiş Dönemi

Dün okuldan çıkış işlemlerini yaptırmak ve birkaç hocadan referans almak için okulun yolunu tuttum ki o Buca yolunu tekrar çekince iyi ki mezun olmuşum demeden edemedim. Çıkış işlemlerimi yaptırdım, geçici mezuniyet belgemi aldım. En zor kısmı öğrenci kartlarımdan ayrılmak oldu. Okul zamanı çok güzeldi gerçekten, güzel anılarım oldu, kendimi sosyal açıdan çok fazla geliştirdim, öğrendiklerim ufkumu genişletti, yeni insanlarla tanıştım, birkaçını pek sevdim, beklentilerim arttı ve en önemlisi inanılmaz bir özgüven kazandım. Her şey iyi hoş da, bir süre sonra bitmesi gerektiğini hissediyorsunuz. Benliğimin bir kısmı bu değişimi istiyordu gerçekten.

Gerçi bittikten sonra da sudan çıkmış balığa dönmek duygusunu fazlasıyla hissediyorum. İnsanoğlu bir çocukken ve bir de öldüğünde huzura erebiliyor sanırım. Hayatın her dönemi ayrı bir geçiş dönemi, her dönemi ayrı bir mücadele. Nereye ait olduğumu, ne yapmak istediğimi bilemiyorum. Bir yandan kendimi salmak, belki de hayatımda bir daha sahip olmayacağım bu boşluğun tadını çıkarmak istiyorum, bir yandan da fırsatları kaçırmaktan korkuyorum. Stresliyim, geleceğimle ilgili ciddi endişelerim var. Ne çalışmak istiyorum, ne okumak istiyorum tekrar. Hayatın rutininden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmuyorum. Dünya'nın en zevkli işini de yapsam, o iş zorunluluğa dönüşünce yapmaktan zevk almamaya başlayacağımdan korkuyorum.

Referans almak için gittiğim hocalardan birisi benim lisans eğitimim boyunca çok sevdiğim hocalardandı. Odasına gittiğimde vakti olup olamadığını sorarak girdim elbette. O da beni buyur etti. Referans vereceği kişiyi az çok tanıyor olsa da kısaca kendimden ve planlarımdan bahsetmenin daha uygun olacağını düşündüm. Ben konuşurken ise telefonuna bakıp, sözümü bile dinlemeden bilgisayarında hazır formatta olan referans mektubuna ismimi yazmak için ismimi sormasıyla -kısa kes- mesajını yeterince vermiş oldu.

Üniversitede öğretmenler ile çok haşır neşir olan bir öğrenci değildim. Bunun sebebi çekingenlik değil, tamamen üşengeçlikten. Hocaları odalarında yakalamak başlı başına bir çabayı gerektiriyor. Öğle araları 1 saatimi hocaları arayarak geçirmektense arkadaşlarımla geçirmeyi yeğledim. Diğer okullarda nasıldır bilemiyorum ama Dokuz Eylül hocalarını en çok eleştirdiğim konu çok fazla kendi kariyerlerine yönelmiş olmaları. Makale yazmak, yayınlar çıkarmak deseniz belki Türkiye'de en çok tanınan öğretim görevlilerinden ama iş idealist olup öğrencilere daha fazla faydalı olma kısmına gerince, kaçı bu özveriyi gösterebiliyor orası meçhul.

Tam hocaya bozulmuş otobüs durağına giderken, sevdiğim asistanlardan biriyle karşılaştım ve sohbet etmeye başladık. Biraz önce yaşadığım olayı anlattım. Odasına gittiğimde mezun olmuş ve belki de bir daha konuşma şansı bulamayacağım bir hocanın fikirlerini ve iyi dileklerini almak istediğimi ve bu konuda hayal kırıklığına uğradığımdan bahsettim. O da haklı olduğumu ama kendilerinin bazen o kadar yoğun olduklarını ve öğrencilerle uğraşacak vakitleri olmadığını, ters bir zamana denk gelmiş olabileceğimi anlattı tane tane. Yüzlerce öğrencisi olan bir hocanın hafta da 1 gün, 1 saat görüşme saatinin olması çok yetersiz. Nasıl orta yol bulunur, kim fedakarlık eder bilemiyorum ama üniversite hocalara sadece derslerde erişebileceğin bir yer olmamalı !

Neyse demem o dur ki, bana ayırmadığın bir 5 dk ile gider ayak sana olan sevgimi öldürmeyecektin Cenk Hoca! Ben kalkarken "ne zaman istersen fikir almaya gelebilirsin" demen de olayı toparlayamadı.

ama her şeye rağmen; Oh be! Bitti! :)